USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
DÜNYA

Rusya'nın son zamanlardaki agresif tutumu! Bardağı taşıran son damla...

Bülent Güven, Star.com.tr'de kaleme aldığı makalesinde Rusya'nın Ukrayna meselesindeki agresif tutumu altında yatan sebepleri ele aldığı bir makale kaleme aldı.

Rusya'nın son zamanlardaki agresif tutumu! Bardağı taşıran son damla...
30-01-2022 14:12
Google News

Rusya ve Batı İttifakı arasında yaşanan krizin tarihsel nedenlerini sıralayan Bülent Güven, son günlerde yaşanan Ukrayna krizine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

İşte Bülent Güven'in 'Rusya'yı anlamak' başlıklı o makalesi: 

ABD ve Batı ittifakının Rusya'ya verdiği sözlerden biri NATO'nun Avrupa'nın doğusuna yani eski Varşova Paktı ülkelerine doğru genişlemeyeceği yönünde idi. Bu vaade rağmen, NATO ilk olarak 1999 yılında Polonya, Çekya ve Macaristan gibi ülkelere doğru genişleyerek, Rusya sınırına yaklaşmaya başladı. Başta Gürcistan olmak üzere, Kırgızistan ve Ukrayna gibi Rusya'nın çemberinde bulunan ülkelerde yaşanan 'renkli devrimler' Putin'i iç politika açısından iktidarının tehlikede olabileceği yönünde bir algıya itti.

Rusya'nın bugünkü tutumunu "anlamak" için sadece güncel gelişmelere bakmak kanaatimce pek de yeterli olmayacaktır. Fakat Rusya'yı "anlamaya" çalışmaya başlamadan önce bu makalenin başlığında da geçen "anlamak" fiili ile Rusya ile empati kurmayı değil, Rusya'nın son yıllarda zirve yapan agresif tutumunun altında yatan nedenleri kavranmak istediğimi vurgulamak isterim.

Zira Rusya'nın Ukrayna üzerinden başta Doğu Avrupa, AB ve özellikle ABD'ye karşı ortaya koyduğu tutumun bazı tarihsel gerekçeleri bulunmaktadır. Putin ve Rus yetkililerin yaptıkları açıklamalarla ip uçlarını verdikleri bu gerekçeleri ancak tarihsel bir perspektiften bakarsak anlamak mümkündür

'YENİ BİR SAVAŞ SEBEBİ'

20. yüzyılın en önemli iktisatçılarından birisi olan John Maynard Keynes, Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın galipleri olan İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkeler ile savaşın mağlupları olan Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu gibi devletler arasında yapılan görüşmelere İngiliz hazinesinin bir memuru olarak katılarak, anlaşmanın mantığını ve içeriğini değerlendirme fırsatı bulur.

Bu tecrübesinden yola çıkarak barış sözleşmesi sonrası yazdığı ve 1920'de yayınladığı "Economic Consequences of the Peace" eserinde, galip devletler ile mağlup Almanya arasında yapılan Versay Anlaşması'nı eleştirerek bu anlaşmanın Almanya açısından adil olmadığını ve bunun bir barış anlaşması değil, ancak geçici bir ateşkes anlaşması olacağını, Almanya bu ağır şartların altından kalkamayacağı için ilk fırsatta bu anlaşmayı revize edeceğine dikkat çekerek, bu tutumun yeni bir savaşa neden olabileceği öngörüsünde bulunur.

Keynes haklıdır çünkü anlaşma şartları hem Almanya'yı Weimar Cumhuriyeti döneminde ciddi bir ekonomik krize sürükler hem de Almanların gururunu inciten birçok madde içerdiği için Almanya'da milliyetçi bir dalgaya yol açar.

NAZİLERİN İKTİDARA YÜRÜYÜŞÜ

Nitekim Nazilerin iktidara yürüyüşlerinde kullandıkları en önemli argümanlardan bir tanesi de Versay Anlaşması'nın adaletsiz yönüne vurgu yapmaları olur. Yani kısaca, Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanlar ile yapılan ve Keynes'in de teyit ettiği "adaletsiz barış anlaşması" İkinci Dünya Savaşı'nın nüvelerini içinde taşımaktaydı ve Almanların İkinci Dünya Savaşı ile ilgili amaçlarından en önemlilerinden bir tanesi Versay anlaşmasının revize edilmesi idi.

Sonuçta Almanlar bu savaşta da yenilmelerine rağmen bu sefer ABD, İngiltere ve Fransa savaştan aldıkları tüm insani ve maddi zararları bir kenara atmış ve Keynes'in vurgu yaptığı noktaları dikkate alarak Almanlar ile daha adil bir barış anlaşması imzalamıştır. Bu doğrultuda Almanya'yı Batı ittifakının bir parçası haline getirmişlerdir. Bu durum bilindiği gibi bugüne kadar devam etmiştir.

Unutmamak gerekir ki Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'na dayatılan Sevr Anlaşması da oldukça ezici şartlar barındırmaktaydı. Bu açıdan dönemin bazı Osmanlı subayları bu şartları kabul etmemek için savaş sonrası bir mücadele tertip etmiş ve Sevr Anlaşması'nı ciddi anlamda revize ederek Sevr'e göre çok daha olumlu olan Lozan Anlaşması'nı müttefiklere kabul ettirmiştir.

Peki benzer durumu Rusya açısından düşünmek mümkün müdür?

Bilindiği gibi Rusya ya da o dönemki adıyla Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı'ndan galip ayrılmıştır. Fakat süreç içinde Sovyetler ile Batı'nın arası açılmış ve Batı için Sovyetler en basit tabiriyle bir düşman haline gelmiştir. Nihayetinde Sovyetler çökmüş ve Sovyet coğrafyası ciddi bir kaosa sürüklenmiştir. Sonuçta Putin'in 20. yüzyılın en büyük felaketi olarak Sovyetler Birliği'nin yıkılması olarak görmesi boşuna değildir. Zira Batı Bloku o dönem Sovyetlerin çöküşünün şokunu yaşayan ve kendine yeni bir yol bulmaya çalışan Rusya'ya karşı bugünden geriye bakıldığı zaman, çok da adil davranmamış ve Rusya'nın gururunu inciten davranışlar içine girmiştir.

RUSYA'DA BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA

Süreç, Sovyetlerin çöküşünden sonra Rusya'ya verilen sözler ve vaatler ile başlamıştır. ABD ve Batı ittifakının Rusya'ya verdiği sözlerden biri NATO'nun Avrupa'nın doğusuna yani eski Varşova Paktı ülkelerine doğru genişlemeyeceği yönünde idi. Fakat bu vaat yazılı bir anlaşmaya dökülmemişti. Sözlü verilen bu vaade rağmen, NATO ilk olarak 1999 yılında Polonya, Çekya ve Macaristan gibi ülkelere doğru genişleyerek, Rusya sınırına yaklaşmaya başladı. NATO ikinci genişlemesini ise 2004 yılında yine Rusya sınırlarına doğru gerçekleştirdi. Bu iki genişleme sürecinden sonra NATO 2008 yılında Rusya ile doğrudan sınırı olan Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya üyelik talebine kısa vadede evet demedi fakat uzun vadede üye olacaklarına dair bir perspektif verdi. Bu durum Rusya'da bardağı taşıran son damlalardan birisi oldu.

ALMANYA'NIN RUSYA İLE EMPATİ YAPAN TAVIRLARI

NATO'nun verdiği bu perspektif 2008 yılında Rusya'nın ilk önce Gürcistan'a askeri müdahalesini getirdi. Daha sonra Rusya'nın NATO'nun kendi sınırının sıfır noktasına yönelik bu genişleme sürecinin dışında AB'nin 2014 yılında Ukrayna ile özel bir anlaşma imzalamak istemesi Rusya'da tekrar ciddi bir tepkiye neden oldu ve Rusya'nın Ukrayna'nın doğusuna fiili müdahalesini doğurup Kırım'ın Rusya'ya iltihak sürecini beraberinde getirdi. Süreç içinde Birinci Dünya Savaşı sonrası benzer bir süreci yaşamış olan Almanya'nın yer yer Rusya ile empati yapan tavırlar gösterdiği de oldu. Örneğin Almanya, Gürcistan ve Ukrayna'nın NATO'ya alınmasına başından itibaren temkinli yaklaştı. Yine son dönemde ABD başkanlığında Batı ittifakı ve Rusya arasında Ukrayna merkezli yaşanan söz düellosunda da daha temkinli bir dil kullandı. Ayrıca 2014'den itibaren Ukrayna üzerinden seyreden Rusya – Batı arasındaki tartışmalarda daha dengeli bir politika izledi.

Batılı devletlerin Rusya'ya karşı Soğuk Savaş sonrası dönemde uyguladıkları, Rusya'nın hassasiyetlerini istismar eden ve empati yönü eksik olan bu politikanın tesiri Rusya'nın sadece dış politikasında değil, iç politikasında da etkili olmaya başladı. Sovyetlerin çöküşü sonrası marjinal olan Rus etnik milliyetçiliği Rusya'yı köşeye sıkıştıran Batı politikasının da etkisiyle yükselmeye başladı. Aynı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da yaşandığı gibi.

Halbuki Rusya 1990 yıllarda Batı'yı örnek alarak neo-liberal ekonomik politikalar uygulamıştı. Fakat bunlar Rusya'ya refah getirmemiş, tam tersine Sovyet döneminin aksine gelir dağılımında dengesizliğe yol açarak toplumun geniş kesimlerini fakirlik sınırının altına itmişti. Ayrıca özelleştirme sürecinde eski kamu şirketlerini ellerine geçiren bazı oligarklar devlet içinde devlet haline gelmişti.

Rusya'nın ve Putin'in bugün Ukrayna'ya müdahale tehdidinin arka planını bu siyasal süreci dikkate almadan anlamak çok zordur. Putin, Rusya'nın Batı'ya yönelik yaşadığı hayal kırıklığına karşı ilk tepkisini 2007 yılındaki Münih Güvenlik Konferansı'nda ABD'yi ve genel olarak Batı'yı suçlayan bir konuşma ile verdi. Konuşma özünde Batı'nın 18. 19. ve 20. yüzyılda Rusya'ya karşı uyguladığı emperyalist politikasını bugün de devam ettiğine dikkat çekiyor ve Rusya'nın bu duruma tepkisiz kalmayacağının altını çiziyordu. Ayrıca başta Gürcistan olmak üzere, Kırgızistan ve Ukrayna gibi Rusya'nın çemberinde bulunan ülkelerde yaşanan "renkli devrimler" Putin'i iç politika açısından iktidarının tehlikede olabileceği yönünde bir algıya ittiğini de belirtmek gerekir.

PUTİN'İN TEDBİRLERİ

Rusya ve aslında artık onun ete kemiğe bürünmüş hali olan Putin bu meydan okumalara karşı iç ve dış politikada bazı yeni politikalar geliştirerek muhtelif tedbirler aldı.

İlk olarak iç politikada yükselen milliyetçi dalgayı kontrol altına alıp kendi iktidarını tahkim edebilmek için milliyetçi kesimler ile irtibat ve ittifak kurmaya başladı. Putin ayrıca kendisi de milliyetçi bir söyleme yönelmeye başladı. Nesswissimaya Gasete isimli gazeteye yazdığı bir makalede russkij ve rossisjski kavramları arasındaki farka dikkat çekerek kendisi açısından yeni bir milliyetçilik anlayışı geliştirdi. Russkij Rusçada etnik milliyetçilik, rossisjski ise Rus üst kültürü altında yaşayan insanlar kast etmekteydi. Yüzden fazla etnik gurubun seksen beş federatif parça içinde yaşadığı bir ülkede etnik milliyetçilik yapmanın bedelini çok iyi bilen Putin, Rusya'da birçok etnik gurubun bir arada yaşadığına dikkat çekerek bu farklı unsurları bir arada tutan medeniyetin Rus etnik gurubuna dayanan Rus medeniyeti olduğuna vurgu yapıyordu. Fakat Putin'in milliyetçilikle ilgili görüşlerinin biraz muğlak olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin kendisi doğrudan etnik milliyetçiliğe vurgu yapmaktan kaçınmakla birlikte etnik Rusların Rusya Federasyonun tutkalı olarak en önemli ögesini olduğuna işaret eder. Kendisi "en büyük milliyetçi benim" derken bu soyut ve müphem milliyetçiliği kast etmektedir.

MİLLİYETÇİ POZİSYON

Putin'in aldığı bu milliyetçi pozisyonun iç politikadaki amacı toplumda yükselen milliyetçi dalgayı kendi iktidarını tahkim için kullandığı açıktır. Bu milliyetçi duruşun dış politikadaki fonksiyonu ise Batılı ülkelere karşı 2008'lerden itibaren uygulanan agresif politikanın ideolojisi olmasıdır.

Putin Batı'ya karşı ortaya koyduğu ideolojik yeni yapılanmasının yanında, Rusya'yı askeri anlamda da yeniden yapılandırma çalışmıştır. Bu bağlamda 2008 yılından itibaren askeri anlamda Rus ordusunu on yıllık bir reform sürecinden geçirerek, Rus askeri gücünü dünyada ABD ve Çin'in ardından önemli bir noktaya getirmiştir. Bugün Rus ordusu 850 bin askeri, 250 bin paramiliter gücü, 6 bin 255 nükleer başlığı, 4 bin 173 askeri uçağı, 12 bin 420 tankı 605 savaş gemisi, bin 543 askeri helikopteri ve 70 denizaltısı ile dünyanın en güçlü ordularındandır.

Ukrayna'yı tehdit eden, Batı'ya karşı meydan okuyan Putin, milliyetçilik gibi bir ideolojiye ve tasvir edilen askeri gücüne güvenerek pozisyonunu savunmaktadır. Rusya'nın bu askeri tehdidi karşısında Batı ittifakı karşı tedbir olarak ambargolardan bahsetmektedir, ama kendi içindeki anlaşmazlıklardan ve Pasifik'te Tayvan konusunda teyakkuz halinde bulunan Çin'den dolayı an itibari ile somut bir politika geliştirmiş durumda değildir. Rusya'nın olası bir askeri müdahalesine ABD'nin başını çektiği Batı ittifakının askeri bir karşılık vermesi söz konusu bile değildir. Batılı devlet adamları Ukrayna'nın NATO üyesi olmaması hasebiyle NATO'nun olası bir müdahalede askeri bir karşılık vermeyeceğini açıkça beyan etmişlerdir.

Diğer taraftan Rusya hâlihazırdaki askeri ve ideolojik gücüne rağmen ekonomik boyutu eksik bir ülke konumundadır. Devlet bütçesinin gelirlerinin yüzde 60'dan fazlası doğal kaynakların satışından elde edilmektedir. Askeri teknolojideki üstünlüğüne rağmen, bu teknolojiyi ekonomik bir ürüne dönüştürecek bir özel sektörü yoktur. Fakat ekonomik ayağının eksikliğine rağmen, askeri anlamda Rusya'nın, özellikle Avrasya bölgesinde önemli bir güç olmaya devam edeceği açıktır. Başka bir ifadeyle Rusya, Batı için ne bünyesine dahil edebileceği ne de mağlup edebileceği bir ülke konumundadır. Bu mücadele gelecekte Çin'in beklenen yükselişi ile çok daha ilginç bir hal alabilir, fakat bu konu ayrı bir yazının konusu olacak kadar derinlikli bir konudur.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
ANKET TÜMÜ
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
TAKIMOPuanAV.
1Galatasaray3493+59
2Fenerbahçe3489+58
3Trabzonspor3458+15
4Başakşehir FK3452+7
5Beşiktaş3451+5
6Kasımpaşa3449-3
7Çaykur Rizespor3449-6
8Alanyaspor3448+3
9Sivasspor3448-4
10Antalyaspor33450
11Adana Demirspor3441+2
12Kayserispor3440-9
13Samsunspor3439-7
14MKE Ankaragücü3438-3
15Konyaspor3436-14
16Gaziantep FK3434-15
17Fatih Karagümrük3333-5
18Hatayspor3433-10
19Pendikspor3430-32
20İstanbulspor3416-41
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ